Yayınlar

İslam Siyaset Düşüncesi Kuruluş Dönemi: Risaleler ve Temel Sorunlar

Yazar: Hamza Taha Baba

İslam Siyaset Düşüncesi son yıllarda birbirinden bağımsız pek çok kişi ve grubun çalışmaya başladığı bir alan olarak gözükmektedir. Bu çalışmalar İslam Siyaset Düşünce geleneğinin farklı dönemleri ve çalışma alanlarını kapsamaktadır. Farklı mecralarda ayrı ayrı çalışılıyor olması çalışmalardan murad edilen sonucu almak konusunda ilgilileri zorlamaktadır. Bu zorluğu ortadan kaldırmak, yeni çalışma imkanları ortaya çıkarmak ve araştırma sahasındaki uzmanlıkları birleştirmek amacıyla bu çalıştay organize edilmiştir. Çalıştayın bir diğer amacı da çalışmaları kitap özetlerinden bir adım ileriye taşıyarak çalışmaların akademik derinliğini kamuoyuna mal etmektir. Bu noktada Risaleler üzerine çalışma yapan uzmanların, üzerinde çalıştıkları Risalelerin genel muhtevası, teklif ettikleri meseleler ve bize ne sunduklarının yanı sıra, risale çalışmalarındaki mesnet, kaynakların sahihliği, nüsha problemleri gibi belirli temel sorunlar ele alınacaktır. 

 

İlker Kömbe moderatörlüğünde başlayan ilk oturumda sırasıyla Adnan Demircan, Elmin Aliyev, Soner Gündüz ve Mustafa Demirci Risaleler ve Mektuplar üzerine sunumlarını gerçekleştirdiler. İlk sunumun sahibi Adnan Demircan Ahdi Ali: Hz. Ali’nin Malik b. Hâris el-Eşter’e Mektubu adlı eserin genel muhtevasını sunduktan sonra diğer katılımcılarla birlikte risale üzerinde çıkarımlar yapılmıştır. 

 

Mektubun muhatabı olan Haris el-Eşter’in tarihi kişiliği, İslam’ı kabul edişi, siyasi pozisyonu, katıldığı savaşlar, içinde bulunduğu olaylar ve Hz. Ali dönemi İslam toplumundaki konumlanışı gibi başlıklar hakkında bilgi verildikten sonra eser hakkındaki temel problemler konuşulmuştur. Örnek olarak incelenen metin tek nüsha olarak elimizde bulunmamaktadır. Elimizdeki metin dışında sıhhatine daha fazlaca güvenilen farklı metinler de mevcuttur. Bununla birlikte bu metin özelinde ayrı bir problemde metnin sıhhatine ilişkin mezhebi tutum ve eleştiriler söz konusudur. Zira metin Şii kaynaklardan günümüze ulaşmıştır. 

 

Eserin içeriğine odaklanıldığında vali olarak atanan bir şahsiyete devlet başkanın verdiği talimatlar görülmektedir. Demircan’nın ifadesine göre metindeki göze çarpan iki temel konu Allah Resulüne itaat ve vergi toplama meselesidir. Bu meselelerin dışında Hz. Ali’nin ilkesel tutumundan sadır olan tavsiyelerdir. Bu tavsiyeler; orta yolu gözetmek, adil olmak, kusurları araştırmamak, iyi olan insanlara danışmak, güzel işi taltif etmek, orduyla güzel ilişkiler kurmak, insanlar arasında ayrımcılık yapmamak, ihtilaflı meseleleri Allah ve Resulü’ne götürmek gibi ahlaki ve hukuki meselelerdir. Yukarıdaki genel çerçevenin çizilmesinin ardından söz alan Türker metindeki temel sorunlardan birinin ahlaki olanla siyasi olanın birbirinden ayrılmamış olduğuna dikkat çekmiştir. Atanan bir valiye bedensel ibadetlerin emredilmesi, gece namazlarına kalkmasının emredilmesi, âbid olmasının tavsiye edilmesi gibi hususlar ahlaki olanın siyasi olanı belirlediği bir ortamın olduğunu bizlere gösterdiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte, şehadete vurgu, sınıfların oluşması ve oluşan yeni sınıflarla valinin kurması gereken ilişki, denetim mekanizması gibi hususlar da metinde çokça vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, Hukuk-siyaset-ahlak arasında güçlü bir bağ kurulduğu vurgulanmıştır. Hukuk ve Ahlak ise adaletin içerisinde değerlendirilmiştir.

 

Demirci’nin sunumun ardından ikinci metin olan Ahd-i Erdeşir: Sasani Geleneğinden İslam Siyaset Üslubuna isimli makaleyi Elmin Aliyev ele almıştır. Nasihatname literatürü içerisinde yer alan bir eser olan Ahid Sasani kültürünün izlerini taşımaktadır ve o kültürün bir ürünüdür. Metnin Sasani kurucu hükümdarı Erdeşir'e atfedildiğini ifade eden Aliyev, padişahlık adet ve kuralları, kendi yerine geçecek olanlara ahlaki tavsiyeler, faziletler ve reziletlerin örnekleri, devletin bekası gibi meseleleri irdeleyen bir metin olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte metin hakkında iki temel önerme olduğunu belirtmiştir. Bunlardan ilki Böyle bir eserin var olduğu fakat Erdeşir’e ait olup olmadığı ve kaçıncı yüzyılda yazıldığı tartışmalarıdır. Buna rağmen genel kanaatin metnin var olduğu ve çevirilerinin yapıldığı bir vakıa olarak önümüzde durmaktadır. İkinci önerme ise “bu metnin sonraki literatüre etkisi var mı?” Sorusuna verilen cevaptır. Önermeye göre bu ahidin sonraki literatüre etkisi vardır. Siyasetname, nasihatname hikemîyat türü eserlerde az veya çok İranî siyaset literatürü ve ahd-i Erdeşir vurgusu görebiliriz. Hatta belli eserlerde bizzat Sasani siyaset kültürünü araştırmakla yola çıktığı ifadeleri görülmektedir. “Bizden öncekiler bu konuyu araştırmış, bu sebeple biz de onların araştırdığı noktadan başlıyoruz.” denilmektedir. Bu iki önermeye göre Cabiri’nin yapmış olduğu tanımlama metnin anlaşılması açısından önemlidir. Cabiri İslam’da itaat ahlakının İranî bir temeli olduğunu ve temel metin olarak Ahd-i Erdeşir’in alındığını ifade etmiştir. Bu temel üzerinden despotik bir siyasal itaat kültürü ve patrimonyal yönetim biçiminin inşa edildiği iddia edilmiştir.

Eserdeki en önemli problem otantiklik sorunudur. Müellifin kim olduğu, kaçıncı yüzyıl içerisinde kaleme alındığının bilinmemesi, orijinal metninin elimizde bulunmaması gibi hususlar eser için en temel soru işaretleridir.

 

Ahd-i Erdeşir'de öne çıkan konulardan birisi de din-devlet ilişkisidir. Metne göre Din ve devletin ikiz kardeş olduğu, devletin dinin bekçisi olduğu ve devlet olmadan din, din olmadan devletin yürümeyeceği düşüncesi ana temadır. Burada bahsi geçen din kavramının hangi anlamda ele alınması gerektiği metin özelinde önemli bir konudur. Zira Cabiri din kavramını ideoloji anlamında ele alırken klasik dönem ulemasında ve metin hakkındaki diğer çalışmalarda farklı anlamlarda ele alındığı görülmektedir. Bizzat din olarak da ele alınabileceği gibi, hukuk, akaid gibi daha kısıtlı manaları üzerinden de ele almak mümkündür. 

 

Diğer taraftan, toplumsal sınıf mezkûr metinde de söz konusudur: asker, tüccar, ruhban, yönetici vd. Bu hususta Aliyev; bir tarafta yönetici, diğer tarafta yönetilenin olduğu bir ortamda sınıf fikrinin tabii olarak var olduğunu İfade etmektedir. Cabiri’ye göre yönetimi gerçekleştirmek için en kolay yol sınıf oluşturmaktır. Fakat İslam siyaset düşüncesine göre temel prensip sınıf oluşturmaktan ziyade işin ehline verilmesidir. Bu bağlamda sınıflara sadece meslek olarak bakılmaktadır. İşlerin hakkıyla yerine getirilmesi hususunda yukarıda zikredilen sınıflar süreç içerisinde doğal olarak ortaya çıkmıştır.

 

İlk oturumun üçüncü konuşmacısı Soner Gündüzöz İslam düşüncesinde siyasetname geleneği ve Abdülhamid el Kâtib’in Ahdü Mervan’ı üzerine Analitik bir değerlendirme isimli sunumunu gerçekleştirmiştir. Gündüzöz’ün değerlendirmesine göre “Ahkâmu't teklif”: Emirler, nehiyler, Fıkıh ve “Ahkâmu't tarif”: Allah'ın emrine boyun eğme, kadere yazgıya boyun eğme siyasetname geleneğinde mütemmim bir şekilde işlenmektedir. Ahdü Mervan isimli siyasetnamede de ahkam ve ahlak bütünleşik bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Eserde siyasi anlamda otorite olmayı belli bir zümre elinde gördüğü için toplumun her kesiminin siyaset yapamayacağı anlayışı hakimdir. Bu noktada Ahkamu't tarif fikri ön plana çıkmaktadır. Yani din temel oluyor ve idareci meşruiyetini dinden alıyor. Yönetim hususundaki ayetler olmasa ideolojiyi oluşturan temel mefhum din olamaz ve böyle yönetici adayının dini merkeze alan bir istinat sağlaması mümkün olmayacaktır. Ahdü Mervan isimli eserin siyasetname literatüründe Ibn'ül Mukaffa'dan önce üretilmiş ilk siyasetname olma özelliği vardır. 

 

Eserde Abdülhamit El Kâtib yönetici sınıfın meşruiyetini üç temel kavram üzerinden tanımlıyor: 

1) Din: İtaat açısından değerlendiriliyor. Müellif Allah'a itaatin mutlak itaat şeklinde düşünülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Devletin temel dayanağı din/ideolojidir ve her an manipülasyona açıktır.

2) Veraset: Veraset olmadan devleti yönetmek mümkün değildir. Patrimonyal bürokrasiyi, patronajı belirleyen unsur burada siyasetin kendisidir.

3) Bey'at: Bu kavram biraz demokrasiyi, şurayı, popüler kültüre konumlanma biçimini gerektiren bir unsurdur. Zira İslam Siyaset Düşüncesinde Hiçbir hükümdar gökten inmemektedir. Din hükümdara meşruiyet alanı açma imkânı sağlamaktadır. El Kâtib’e göre yönetim üzerinde veraset geleneğinden- kan bağından gelen bir çizgi var. Fakat bununla birlikte halkın tutumu da çok önemli. Bu bağlamda demokrasiyi üreten bir bileşen değil ama halkın rızası varisin meşruiyeti için çok önemlidir.

 

Ahdü Mervan içinde bu üç temel kavram oldukça önemli gözükmektedir. Çünkü siyasi bütün kurgu bu üç temel kavram üzerine inşa edilmiştir. Allah’ın Kur’an ile hizaya sokamadıklarını siyasi otorite ile nizam verdiği ifade edilmektedir. Bu bakımdan yönetici Zıllullahtır. Dolayısıyla yöneticiye itaat Allah’a itaatle eş anlamlı olmaktadır. İktidar gücünü böylece bizzat yaratıcıdan almaktadır.  Dönemin bazı alimlerine göre Tedbir ve İdare şirk olarak düşünülmektedir. Yukarıdaki bağlam içerisinde halife yönetme iradesini bizzat Allah’tan aldığı için şirk işlememiş olmaktadır. Bu ifadeler Abdülhamid el-Kâtib’inin diğer eserlerinde de mevcuttur. Metin içinde dikkat çeken başka hususlar da mevcuttur. Eserde halifeler yönetim kademelerinde Farisi ve Rumi idarecilerin atanmamasına gayret göstermektedir. Aynı şekilde metinde hususi olarak ötekileştirmeler mevcuttur. Türkler de Rumlar ve Persler gibi ötekidir. Bununla birlikte eserde temenni ve rica ifadeleri geçmemektedir. Bu bakımdan bir kanun metni olarak ele almak mümkündür. Diğer eserlerde olduğu gibi ahlak ve siyaset birbiriyle iç içe olarak gözükmektedir.

 

Birinci oturumun son sunumu olan Risâle fi’s-sahâbe: Teori ve Olgu İlişkisi başlığı Mustafa Demirci tarafından değerlendirilmiştir. Demirci’nin açıklamalarına göre bu risale içerdiği önermeler bakımından müellifi olan İbnü’l Mukaffa’nın ölümüne sebep olmuştur. Eserin yazıldığı döneme bakıldığında siyasi olarak karışık bir dönem olduğu gözükmektedir. Emevîlerin sonu, Abbasilerin ise kuruluş aşamasına denk gelen bir ömrü vardır. Çok fazla dil bilmesi sebebiyle pek çok tercüme ve telif eseri vardır. Batılılar tarafından Machiavelli’ye benzetilmektedir. Mukaffa’nın tüm odağı hayatı boyunca siyaset olmuştur. Risale’nin bizler ve literatür açısından da belirli önemli noktaları vardır. Yukarıda bahsedildiği üzere Emevî devletinin yıkıldığı, yerine Abbasîlerin kurulduğu yeni bir düzen ortamında kaleme alınıyor. Devrimi gerçekleştiren güçler hala etkin. Malların taksimi, toplumsal düzen, ordunun intizamı ve birçok politik sorun hala toplumun temel sorunları arasında yer almaktadır. Böyle bir ortamda yazılmış olması sebebiyle devrim sonrası yeni kurulan devlete kılavuz olması murad edilerek kaleme alınmıştır. Risale’nin odağında beş temel nokta olduğu dikkat çekmektedir. Bunlar sırasıyla: Eyaletler, Ordu-Devlet ilişkisi, Toprak-Vergi sistemi, Hukuk-

Kanunlaştırma meselesi ve Din-Devlet ilişkisidir. Sahabe denilince günümüzde anladığımız anlamın dışında devletin üst kademesindeki idarecileri işaret eden bir anlamda kullanılmıştır. Bu insanlar halifenin yakın çevresini oluşturmalıdır ve bu insanların özellikleri; ordu mensubu olmaları, dinde samimi olmaları, fakih ve ıslahatçı olmaları, fasık olmamaları vb. erdemlere sahip olmalarıdır. Kitapta önerilen model Emevî devletindeki kabile federasyonunun aksine seçkin aile ve insanlardan oluşan Aristokratik bir yapıdır. Eserin ele aldığı bir diğer önemli husus ise Din-Devlet ilişkisidir. İlgili dönemde haricilerin yapmış olduğu isyanlar ve bu isyanların getirdiği istikrarsızlık söz konusudur. Mukaffa, “Hüküm yalnız Allah’ındır” ayetindeki hükmün karşılığını Haricilerin aksine azimet için geçerli olduğunu ifade etmiştir. Mukaffa’ya göre Devlet ruhsat sahibidir ve ruhsat alanı içerisinde barış tesis eder, azil yapar, vergilendirme gerçekleştirebilir. Bu ruhsat alanı ise akıl, istişare, maslahat ve sedd-i zerai ile belirlenir. Dolayısıyla Haricilerin ifade ettiği gibi devlet başkanın aldığı her karar Allah’ın hükümlerine aykırı değildir.

Bir başka önemli husus ise isyancıların bastırılması ve ordu denetimini ele geçirmek gerektiğidir. Emevî isyancıları o dönemde hâlâ aktifler ve yeni kurulan devletin düzeni sağlaması önünde bir engeldir. Ordu’nun da bu birliklerle birlikte hareket etmemesi için maaş düzenlemeleri, ordunun mali işlerden ayrılması ve böylece ortaya çıkacak ifsâd hareketlerinin önüne geçilmesi tavsiye edilmiştir. Eserdeki son mesele ise hukuktur. İbnü’l Mukaffa aynı dönemde Yunan hukuk metinlerinin çevirisini gerçekleştirmiştir. Bunun sebebi Müslümanların hukuki meselelerde yeteri düzeyde kıyas bilmiyor olduklarını düşünüyor olmasından kaynaklanmaktadır. Çevirinin bu ihtiyacı karşılamasını ön görmektedir. Risale incelendiğinde iki temel problemin o dönem için cari olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki yeni oluşan düzenin yapısı, ikincisi ise merkezileşme problemidir. 

 

Yukarıdaki eserle birlikte ilk oturum sona ermiş, Mehmet Akif Kayapınar’ın moderatörlüğünde ikinci oturumda Vecdi Akyüz ve Hasan Tuncay Başoğlu sırasıyla; Abdullah İbnü’l-Mukaffa ve Fıkhın Kanunlaşması Sorunu ve Mevlâ Ebu’l-Alâ Salim: Kitâb fi’s-siyâseti’l-âmmiyye isimli sunumlarını gerçekleştirmişlerdir. Akabinde Ömer Türker’in sonuç değerlendirmesi ile çalıştay hitama erdirilmiştir. Bir önceki sunumda ele alınan Risalenin müellifi olan İbnü’l Mukkaffa, içinde bulunduğu dönem içerisinde hukuksuzluk (kanunlaştıramama) sorununu ortadan kaldırmak için belirli girişimlerde bulunduğu ifade edilmektedir. Allah Resul’ünün (s.a.v.) vefatı ile mezheplerin oluşmaya başladığı dönem arasını kapsayan bu aralıkta kurulan ve yıkılan devletlerde istikrarı sağlamak amacıyla kısa ve uzun vadeli hedefleri gözeterek merkezi bir hukuk sisteminin inşa edilmesine gayret edilmektedir. Yargı birliğini sağlama girişimleri o dönemde sadece İbnü’l Mukkafa’nın gayretiyle sınırlı değildir. Onunla birlikte Velid bin Abdülmelik ve Ömer ibn Abdülaziz’in başarısız olan girişimleri mevcuttur. Devam eden süreçte İmam Malik, İmam Yusuf ve İmam Muhammed merkezli üç girişim vardır ve sonrasında mezhepleşme dönemi başlamaktadır. 

 

İbnü’l Mukaffa yukarıda bahsedilen hukuk meselesine değindiği Risaletü's Siyase ve Risaletü'l Haşimiyye eserlerini kaleme almıştır. Bu eserlerinde Emir’i muhatap alarak ona sesleniyor. Dağınık bir hukuk sistemi olduğunu ve bunun derlenip yeknesak hale getirilmesini tavsiye ediyor. Bu tavsiyelerinin dört gerekçesi vardır. Bunlar: Dağınık hukukun birleştirilmesi, iç hukuki düzeni sağlanması için güçlenen devletlerin kanunlaşmayı amaç olarak görmesi, milli hukuk talebi ve hukuki güven ihtiyacıdır. Eserde birçok fakih ve fıkıh oluşturucu grup eleştirilmektedir. Oryantalist çalışmalarda Ebu Hanife’nin görüşlerini ortaya çıkarmak için çalıştığı iddia edilse de eserler incelendiğinde Ebu Hanife’nin görüşlerinin de tenkit edildiği görülmektedir. Tüm bu çabaların kısa ve uzun vadeli sonuçları olmuştur. 

Kısa vadeli sonuçları için; kanunlaştırma ihtiyaçlarından bahsetmesi ve risalenin ilk muhatabı olan Emir Mansur kanunlaştırma girişiminde bulunuyor. Böylece Kadıl kudat'lık kuruluyor ve güven meselesi çözüme kavuşturuluyor. Uzun vadeli sonuçları için de kanunlaştırma meselesi yargıda birliği sağlamak anlamına gelmektedir. Bugünkü gibi maddeleştirme tekniği yerine gerek Osmanlı’dan önce gerek sonrasında bir kanunname geleneği oluşmasına temel sağlıyor ve kamuoyunun düzenlenmesine katkıda bulunmuştur. İbnü’l Mukkaffa’nın bu kanunlaştırma gayretinin temel gayesi iktidardaki güç temerküzünü sağlamak içindir. Mukkaffa’ya göre kaotik bir süreç içinde önce düzenin sağlanması için güç temerküz edilmeli, akabinde de iktidarı sınırlayacak hukuki düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. 

 

Çalıştayın son sunumu Kitâb fi’s-siyâseti’l-âmmiyye isimli müellifi ve içeriği meçhul eser üzerine yapılmıştır. Hasan Tuncay Başoğlu’nun ifadesine göre Eserin Müellifi meçhuldür. Sahte Aristocu metinlerin toplanması ile ortaya çıkarılmış bir eserdir. Bununla birlikte süreç içerisinde metne ilaveler yapıldığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla tek seferde hazırlanmış bir metinden söz etmek söz konusu değildir. Zaman içinde meçhul kişilerin katkılarıyla Siyasetname literatürü içinde değerlendirebilecek bir eser halini almıştır. Avamın siyasete yaklaşımını belirlemek amacıyla kaleme alındığını söylemek mümkündür. Aynı zamanda Sırru’l Esrar metninin aslı olduğu da iddia edilmektedir. Ayasofya nüshasına göre eser 29 parçadan oluşmaktadır. Bunlardan bazılarını zikredecek olursak; Hükümdarın vasıfları, vezir seçimi, hükümdarın halleri, resmi evrak ve mektupların yazılması, devlette görevlendirilecek memurların belirlenmesi, ordu ve harp taktikleri, yargıdaki kadılarla ilgili hükümler ve askerlere verilecek görevlerle ilgili meseleler bunlardan bazılarıdır. Bununla birlikte farklı milletlerin özelliklerinden, onlarla nasıl ilişki kurulabileceğinden, etkili ve zayıf yönlerinden de ayrıntılı bir şekilde bahsetmektedir. Eser bizlere Siyaset Düşüncesi açısından Siyasetnamelerdekine benzer şekilde hükümdar-halk ilişkisini anlatıyor. Bu nokta diğer siyasetnamelerle benzerlik kurulabilir. Mezkûr metin içerik olarak diğer metinlerden belli başlı farklılıklar da içermektedir. Tebaanın askeri şartlar da göz önüne alınılarak nasıl kontrol edilebileceği anlatılıyor. Tebaa farklılıklarına, karakterlerine, bölge yapılarına hususi vurgular görülmektedir. Diğerleri incelendiğinde bu noktaları göremiyoruz. Farklı eserlerde tayin edilen yöneticiler yerine bu eserde tabandan bahsediyor.



Tüm sunumlar ayrı ayrı incelendiğinde eserlerin baskın bir şekilde birbirleriyle ortak ve bazen sadece kendine has meseleleri olduğu göze çarpmaktadır. Bu çalıştay bağlamında erken dönem yazma eserler incelendiğinde en belirgin problemlerin ilki metinlerin otantikliği sorunudur. Bu konuda yazma eser çalışan her araştırmacı birinci nüshaya ulaşmakta güçlükler çektiği, çoğu zaman tercümelerden veya ikincil/üçüncül yazmalardan elde edilen bilgilerin mukayesesi ile birtakım çıkarımlarda bulunulduğunu söylemek mümkündür. Bununla birlikte, eserlerdeki müellifin tespiti de zikredilen problemle bağlantılı olarak önümüze çıkmaktadır. Birincil kaynaklara erişimin olmadığı ya da kısıtlı olması sebebiyle çoğu zaman bir eseri belirli bir kişiye atfetmek mümkün olmamaktadır. Yine birinci probleme bağlı olarak eserin kaçıncı yüzyıla ait olduğunun tespiti de bir sorun olarak araştırmacıları meşgul etmektedir. Bu sorun eserin içinde bulunduğu yüz yılın sorunlarını yansıtmasının önüne geçmektedir. Dolayısıyla ilgili döneme dair çıkarımda bulunmak oldukça zor hale gelmektedir. Bahsedilebilecek son sorun olarak bir eserin birden çok müellifinin olması problemini ifade etmek mümkündür. Müellif nüshasına ulaşılamayan eserlerde dönemin intihali olarak adlandırabileceğimiz bir durum söz konusu olmaktadır. Aynı metin için farklı nüshalarda veya farklı kataloglarda farklı müellif isnatları çok sık karşılaşılan bir problem olarak ilgilileri meşgul etmektedir. 

 

Bunun yanı sıra erken dönem siyasetname eserleri için ahlak, siyaset ve hukukun birbiriyle bağlantılı olduğu bir süreç yaşandığını ifade etmek gerekmektedir. Siyasetname literatürü içinde değerlendirilen metinler kimi zaman fethedilen toprakların idaresi için gönderilmiş bir valiye buyrulan emir ve yönetim nasihatleri olabilecekken kimi zaman da yeni kurulan bir devletin merkezileşmesi için duyulan kaygıların çözüm önerileri olarak dönemin idarecisine yazılan nasihatnameler olabildiği gözlemlenmektedir. Bu eserlerin ortak tavsiyeleri içinde itikadın pekiştirilmesi, Allah ve Resul’üne bağlılık, adil olmak, şehadeti arzulamak, ibadette devamlı olmak, Salih kimselerden nasihat almak, ifsat edicilerden sakınmak, halkın huzurunu temin için vergilerin adil bir şekilde toplanması, diğer milletlerin özellikleri, ordunun ve yönetim kademesinin nasıl idare edileceği gibi meseleler vardır. Bu yazıların birinci muhatabının hususi olarak dönemin idarecisinin/hükümdarının olduğunu söylemek mümkündür. 

 

Çalıştayın sonunda değerlendirmelerde bulunan Türker uzun erimli bir çalışmanın başlangıcı niteliğinde olan bu çalıştayın erken dönemden günümüze kadarki İslam bakiyesi altında kurulmuş tüm siyasi yapıların ekonomik ve hukuki yapıları da göz önünde bulundurularak çok kapsamlı bir çalışmaya niyet edildiğini ifade etti. Bu meseleler hakkında çalışma yapan münferit gayretleri koordineli bir birlikteliğe yaklaştırmak amaçlanmaktadır. Bu sayede tüm detayların incelenip birbirleriyle mantıklı ve sistematik bağlarının kurulabileceği bir yapı inşa edilmek istenmektedir.